25.12.2009

1

Hiç varolmadığı iddia edilen bir ormana bakan bir evde yaşıyor oluşumun henüz ikinci günü. Burada güvende hissetmekten başka yapabilecek bir şeyim yok, şikayet de etmiyorum tabi. Kaillen her şeyin mükemmeliği konusunda oldukça saplantılı hale geldi. Uyandığımı bilse yüzünde "Her şey yolunda." gülümsemesi ile ürkütücü bir halde bana hizmet ediyor olurdu. Bu şapşal halini seviyorum aslında. Onun her halini seviyorum aslında. Kendimi ona açamayışımın sebeplerinin onu tatmin etmediğini biliyorum ancak her zaman kalbini dinleyemezsin. Özellikle de benim kalbimi. Kan pompalamanın yanı sıra bana yersiz tavsiyelerde bulunuşu ile kötü bir üne sahiptir kalbim. Penceremden dışarı bakınca bir kaç doğa güzelliğine kanıp yumuşayabiliyor ve ona bir defa söz hakkı verirsen, en büyük hatalara yol açıyor. beni getirdiği şu durumu hiç bir zaman tahmin edemezdim. Öylesine mutlu hissettiriyordu ki, sanki her şey her zaman yolunda gidecekmiş gibiydi. Hiç birimiz bunun geleceğini tahmin edememiştik.


Sanırım on bir aydan fazla oluyor. Bundan on bir ay öncesinde hiç bir şey böylesi hareketli değildi. On bir ay öncesinde dört tarafı da denizlerle çevrili, bir ucundan bir ucuna 3 saate yakın bir zamanda gidebileceğiniz kadar büyüklükte bir adada yaşıyordum. Ufukta başka bir kara parçası görünmezdi. Sanki dünyada bir tek bu ada vardı ve deniz üzerinde dümdüz ilerleseniz yine aynı yere varabilecekmişsiniz gibiydi. Ancak bu sadece belirli bir yaşa gelene kadar böyle gelebilirdi. Olgunlaştıkça eski limandan kalkan gemilerin nereye gittiklerini öğreniyor, şanslıysanız bizzat böyle bir deneyim ediniyordunuz. O gemilere küçüklüğümden beri hayrandım. Hayatım boyunca sadece bir defa adadan dışarı o gemilerden biriyle çıktım ve bir daha da hiç dönemedim. Ardımda beni bekleyen birinin olmayışı da bunun nedenlerinden biri olabilir tabi. Adada rahat bir yaşam için her türlü koşul mevcuttu. Hiç bir zaman bir sorun yaşanmamıştı. Halk oldukça sakin ve birbiriyle güzel ilişkiler içerisindeydi. Pek tabi ara sıra sürtüşmeler, anlaşmazlıklar yaşanıyordu. Ancak adanın insanlarda yarattığı garip bir sakinlik vardı. Öyle ki bu sakinlik bütün sorunları çok geçmeden sonuçlandırıyordu ve insanların içindeki barşçıl hava devam ediyordu. Bir çok maddi ihtiyacın karşılandığı kıtalara, adalara yolculuk yapan insanlar geri geldiklerinde adadakilere gördüklerini sanki çok farklı bir dünyaya seyahat etmişcesine heyecanla anlatırdı. Bu heyecanı dinleyenler de yüzlerindeki şaşkınlık ifadeleri ile sürdürürdü. Küçük adalara gidenlerin pek de ilginç hikayeleri olmazdı, o adalar da yaşadıkları ada gibi olurdu. Ancak büyük adalara, kıtalara gidenler daima oradaki farklı hayatı garipserlerdi. Ballandırarak anlatılan bu hikayelerin çoğuna daima şüphe ile bakmışımdır. Yarısından fazlası sanki insanların günlük, sıkıcı hayatlarına bir neşe kaynağı gibi olduğundan doğrulanma ihtiyacı duymazdı. Ben de pek bir şey söylemezdim. Benim gibi şüpheci insanların olduğunu biliyordum, ancak onlar da halkın geri kalanı için bu hikaye anlatımlarının önemini bildiğinden ses çıkartmazlardı. Gerçeğe en yakın bulunan tiyatrolarımızdı.
Ailemin adanın geri kalanından farklı kalır hiç bir özelliği yoktu. Annem komşulara ara sıra terzilik yapar, bazı eğlenceler için elbiseler dikerdi. Babam sahilde bir restorant işletiyordu. Yaz günlerinde oldukça uğrak bir yer olurdu. Babam yaz akşamlarının adadaki güzelliğine güzellik katmak için dükkanın önündeki alanı renkli ışıklarla süslerdi. Sahilin kendi doğal güzelliğini bozmadan, ona eşlik eden bir güzellikti bu. Annem akşamları yoğun vakitlerde babama yardım ederdi. Ben yazları adada kendimce dolaşmayı severdim ve annem ile babamın bu meşguliyetinden faydalanarak gezintilerimi akşamları da sürdürürdüm. Eski bir bisikletim vardı. Yer yer pas rengine bürünmesine rağmen oldukça güzel, kırmızı bir bisikletti. Sabahları kahvaltıdan kalan ekmeğe çilek reçeli sürer, onu güzelce paketler ve bisikletimin sepetine özenle yerleştirirdim. Yanına da bir matara suyumu koyardım. Ancak o su ben adanın arka kısmına gidene kadar biterdi. Yolumu güvenli kılmak için tercih ettiğim yol çok dik olmayan bir yokuş ile başlardı. En tepesine çıkana kadar mataramdaki su biterdi ancak yokuştan aşağıya indiğimde karşıma çıkacak olan şelaleyi bildiğimden, bunu pek de sorun etmezdim. Yokuşun bittiği yer şelalenin tepesiydi. Şelalenin oldukça sessiz bir şekilde döküldüğü ve nehire katıldığı yere inmek için bisikletimden inerdim. Taşlı yollarda ve nemli toprakta bisiklet üzerinde ilerlemek daime çok tehlikeli gelirdi gözüme. Nihayet şelalenin nehirle buluştuğu ve kocaman köpükler yarattığı yere varınca mataramı doldurur ve bir süre orada dinlenirdim. Görsel güzelliğin yanı sıra, orada edindiğim huzuru anlatacak hiç bir kelime yoktu. Benden başka her hangi birinin gelip gelmediğini önemsemezdim. Kimseyle de karşılaşmamıştım. Nehrin tam kenarında çimenlere uzanır, elimi suya sokabileceğim kadar yaklaşır ve bir süre orada öylece yatardım. Bulutlardan şekiller çıkartır, çıkan şekillerle hikayeler kurardım kafamda. Şimdi tekrar orada uzanmayı ister miydim bilmiyorum. Geçmişime duyduğum bir özlem yok ancak yine de geçmişimin sahip olduğu ve değerini bilemediğim masumluğu ve sakinliğini hayatımın arka planına ekleyip, satırlarımı ona göre hizalamayı isterdim. Tekrar masum olmayı isterdim.
Adadan ayrıldığım gün, hatırama yerleştirmeyi seçtiğim bir gün değildi. Daima bir rüyadan uyanış gibi yer edinmişti önceki hayatım. Yer yer anımsadığım, aslında kimileri tarafından bir çok anlama çıkabilecek sayılan ancak önemsiz kılınan bir rüya gibi. Bir sabah uyanıp bindiğim gemi bir rahim gibi beni cennetten dünyaya taşıdı. Limanda çöplüğe terkedilmiş bir bebek gibi çıplak ve cahildim. Ciğerlerimi yakan farklı bir hava vardı. Popoma yediğim tokat ise sarhoş bir evsiz tarafından atılmıştı.
Limanda yürüyüp tamamen boşalan zihnime yeni bir amaç bulmaya çalışıyordum. Yanlarından geçmekte olduğum gemiler teknelere ve sandallara dönüşene kadar yürüdüm. Kafamda hiç bir şeyin belirmeyişi, yalnızlık ve kayboluşluk vücudumu bir anda sarmıştı. Dizlerimin üzerine düştüğümde gözyaşlarım da yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. Hıçkırıklarım arasından tok bir ses duyan kulaklarım bir kedininkiler kadar çevik bir hareket ile irkildiler. Önünde yığıldığım sandaldan orta yaşlı bir balıkçı sesleniyordu bana. Ne söylediğini anlayamadan gözlerimi kapattım ve onun klubesinde gözlerimi açtım. Balıkçı yanımda yatıyordu. Güneş henüz doğmamış, ancak alacakaranlık solmaya başlamıştı. Çıplaklığıma vuran hafif bir rüzgar geliyordu pencereden. Öylece etrafa bakındım. Çok da büyük olmayan, tek bir odadan oluşan bir klubeydi. Mutfak kısmını oluşturan bir tezgahı, oturma odasını oluşturan bir kanepesi ve yatak odasını oluşturan bir yatağı vardı. Yanımda bana sırtı dönük bir şekilde yatmakta olan balıkçıya baktım. Ensesine kadar inen gri saçları vardı. Omuzları geniş, kolları şişkindi. Belinde bir kaç yara izi vardı. Bir tanesi kalçasından baldırına kadar iniyordu. Karaya ayak bastığım andan itibaren ilk hissettiğim duygu yalnızlık ise, ikincisi de nefret oldu. Doğrulup kalktığımda geride bir iz bırakmışlığımı inceledim. Bundan sonra o yatakta koyu bir leke kalacaktı ona ait. Oluşturduğu yuvarlak şekle ve koyulaşmış rengine baktıkça beni kendisine çeken kara bir deliğe dönüşüyordu. Çekim gücüne karşı koyarcasına geri gitmeye başladığımda topuğumdaki ani soğukluk ile irkildim. Yerde öylece durmakta olan şişe bir anda ilgimi çekmişti. Bilinçsizce onu elime aldım. Boş bir şişe, dünya üzerindeki görevini yitirmiş bir şişe, geçmişine ait bir kokuya sahip bir şişe. Üzerindeki solmuş etikette kimliği olan, ancak artık hiç bir önemi olmayan bir şişe.
Gürültü.
Artık yarısı olmayan bir şişe.
Sessizlik.
Artık bir insanın kalbi üzerine saplanmış bir şişe..
26 Eylül 2009

23.09.2009

Prologue

Otel odasının ahşap zemininde adımlarının gürültüye dönüştüğünü önemsemeden bir oraya bir buraya dolanıp duruyordu. İçindeki heyecanı ve enerjiyi başka türlü dışarı atamayacağını hissederek nabzının giderek hızlanmasına aldırmadan sert adımlarla telaş dansına ritim tutuyordu. Birkaç saniyede bir, elbisesinin eteklerini çekiştirip, üzerinde olmayan iplikleri topluyordu. Pencereye yaklaştığında, camda yansımasına uzunca baktı. Bir yerde onun göremediği bir kusur olduğuna o kadar inanmıştı ki, rahatsız bakışlarını, çatık kaşlarını görünce midesinde bir yanma hissetti. Hava henüz kararmamıştı. Güneşin önündeki bulutlar yavaşça kırmızının tonlarına bürünüyorlardı. Sıcak bir gündü. Heyecandan ellerinin buz kesmesine rağmen, ateş içinde kalan yanaklarına biraz da olsun rüzgar gelmesi için pencereyi açtı. Bir süredir ahşap gıcırtısından ve kendi kalp atışlarından başka bir ses duymayan kulaklarına, önce dışarıdaki esintinin ağaçlarda yarattığı dalgalanmanın sesi geldi. Bir anlığına da olsa huzurlu hissetti. Sonbahar renklerini eski taşlı yollara bırakmaya başlamıştı. Etraf çok sakindi, yine de belli bir gürültü vardı. Pencereden dışarı doğru eğilip etrafı inceledi. Yanaklarına vuran rüzgarı hissedebiliyordu ancak onu bastıran bir yangın vardı. Oldukça mat renklere bürünmüştü bu ıssız göl kenarı. En son geldiğinde gece yarısı olmasına rağmen etrafın parıltısını hatırlayabiliyordu. Kulağına gelen müziği tekrardan duyar gibi oldu. Göl kenarına kurulan devasa çadırın rengarenk ışıkları, şimdi bir bodrum katında yarısından fazlası kırık bir vaziyette, yer yer farelerce kemirilmiş bir sefillikte tarihe gömülmüştü. O ışıkları kendi elleriyle çadıra astığı günü hatırlayabiliyordu. Hafızası o kadar güçlü olmasa da görüntüler net bir şekilde canlanmıştı. Hava kararıp, ışıkları açma zamanı geldiğinde gölün berrak sularına yansıyan rengarenk ışıklar kendisi dahil herkesi büyülemişti. O akşam herkes bir şekilde büyülenmişti. Şimdi aklından tekrar o ışıkları bulundukları toz kümesinden çıkartıp güneş batmadan eski yerlerine asmak istiyordu ancak artık kirden kapkara olmuş bir gölün, bu akşam yine o eski manzarayı yaratacağından oldukça şüpheliydi. İlerideki ormana doğru çevirdi kafasını. Her şeyin eskiyip, değerini, güzelliğini yitirmesine rağmen, orman bütün ihtişamıyla ve gürlüğüyle karşısındaydı. Ağaçların dizilişinden, rüzgarda dans edişine kadar her şeyi aynıydı. Hala karanlık bir görüntüsü vardı. Sanki orada güneş çoktan batmıştı. Bu kara ihtişamının, onun renkli ışıklarını örteceğini hissetmişti, ancak yalnız olmadığını ve bunu göğüsleyebileceğini düşünmüştü. Hayal kırıklığı hissiyle de işte o zaman tanışmıştı.

Pencereden içeriye ormanın kasvetli rüzgarı girdikçe boğulur gibi hissetti. Geri adımlar ile uzaklaştıkça derin nefesler ile gözlerini yumdu. Eski yatağa çarpana dek durmadı. Uzun süredir ayakta durmasının ona ilk defa yorucu geldiğini hissedip, kendini yatağa atıverdi. Aynı anda bir toz bulutu ile tekrar yerinden zıpladı. Öksürükler içerisinde gözlerini korumaya çalışsa da çoktan gözlerinin kızarıp, yaşlarla dolduğunu fark etti. banyoya kendini attığında öksürüğü kesilmişti ancak gözleri oldukça yanıyordu. Eli musluğa uzandığında suların hala akıyor olmasının ne kadar düşük bir ihtimal olduğunu düşündü. Musluğu çevirip beklemeye başladı, paslanmış ve eskimiş borulardan garip sesler çıkmaya başladı. Bu sesler onu irkiltmiş olsa da bir süre sonra akmaya başlayan suya bakıp gülümsedi. Gözlerini yıkayıp doğrulduğunda karşısında bulmayı beklediği aynanın toz ve kirden artık boyanmış bir halde, sadece kendi siluetini yansıttığını fark etti. birkaç saniyeliğine de olsa bu siluetine dahil olan bir başka karartıyı görür gibi oldu ancak bu ürpertici ana geriye bir adım atarak tepki vermesinin, orada birinin olmayışını kanıtlaması içini rahatlattı. Yine de hızlı bir hareket ile arkasında dönüp bunu iki defa kontrol etmiş olmayı da ihmal etmedi.

Gözleri daha berrak görmeye başlayınca banyoyu incelemeye koyuldu. Her yer kir içindeydi. Fayansların yer yer kırılmış boşluklarına da aynı kir ve toz birikintileri yerleşmişti. Köşelerdeki örümcek ağları onu korkuttu -ikiden fazla bacağı olan her canlıdan korkuttuğu kadar- ancak yine de hiçbir tepki vermeden banyodan çıktı.

Elleri tekrar elbisesinin eteklerine gittiğinde üzerindeki tozu fark etti. kendini temizlemeye uğraşırken havanın bu geçen sürede ne kadar çabuk kararmış olmasına bir şaşkınlık belirtisi olarak iç çekti. Tekrar pencereye doğru yöneldi ancak yatağın üzerinde bir şey dikkatini çekti. Zıplayıp banyoya koşarken yatağın üzerindeki örtüyü iyice bozmuştu. Ancak örtünün altındaki çarşafın şaşırtıcı bir şekilde yeni ve temiz görünmesi onu duraksatmıştı. Örtünün bunca zaman bu kadar toz toplayıp, renklerini bile kaybetmiş olmasına rağmen çarşafın adeta bir zaman kapsülündeymişçesine iyi bir şekilde konserve edilişi onda türlü metaforlar uyandırdı. Kendi ruhunun da bu çarşaf gibi olduğunu düşündü. Ancak üzerine serilen örtünün tozlardan ziyade çeşitli kötülüklerle giderek ağırlaştığını hissedebiliyordu ve bir türlü onu üzerinden atamıyordu. Yine de bu gün o ağırlık eskisi kadar boğmuyordu onu. Uzun zamandır hissetmediği kadar umutlu idi, hatta uzun zamandır kendisinde artık varolmadığını düşündüğü yaşama isteğinin bu gün geri döndüğünü hissedebiliyordu. Bütün bunların coşkusu tekrardan onu heyecanlandırmaya başladı. Nefes alış verişleri hızlandıkça tekrardan bir enerji ile dolmaya başladı. Pencere ve kapı arasında gidip gelmeye başlayınca bu sefer daha az ses çıkarıyor olmasının, biraz önceye nazaran daha sakin olduğunu hissettirmişti.

Bu sessizliğin içerisinde artık daha da az gelen adımlarına eşlik eden gıcırtıları duyup irkilmesi de işte tam bu sırada oldu. Merdivenlerin son basamağına atılan adımı duyduğunda pencereden kapıya yeni dönmüştü. Orada öylece donup adımların giderek yaklaşan gıcırtılarını dinledi. Bir insanı ahşabın üzerindeki sesinden tanımak mümkün değildi, ancak o sadece bir kişiyi bekliyordu ve diğer bütün ihtimalleri kafasından silip, dünyada onun dışında kalan tek insanın geldiği düşüncesini yerleştiriyordu kafasına. Kapının altından hafifçe görülen bir gölge ile yutkundu. Ahşap kapıya vurulması ile kirişten çıkan toza ve kenarlardan korku ile kaçışan böceklerin tıkırtısından gerilemeyerek kapıya ilerledi. Eli tokmağın üzerinde birkaç saniyelik bir bekleme yaşamış olsa da, hızla kapıyı kendine doğru çekti. Güneşin son ışıklarının pencereden direkt olarak bu yüze vuruyor olması gülümsemesine sebep oldu. Gözlerinin odaklandığı ilk ve tek şey güneşin son parıltısının yeşilin en güzel tonuna sahip bir çift gözde belirmiş olmasıydı. Yukarı doğru hafifçe büzülmüş dudaklarını aralayamadan öylece donup kalmıştı. Eskisi gibi her görüşünde takındığı o etkilenmiş yüz ifadesinin artık donuklaşmış yüz hatlarına yeniden yerleştiğini hissedebiliyordu. Bu sıcak bir histi, yanmakta olan yanaklarına rağmen güzel ve sıcak bir histi. Tüm duyularının hissizleştiğini düşünmeye başladığı sırada kulakları o kadife ses ile gıdıklanmıştı.

“Seni tekrardan görmek güzel Branwen.”


15 Nisan 2007